26 Nisan 2014 Cumartesi

Kendare Blake - ANNA Kan Giyinmiş Kız [YORUM]


Orjinal Adı: Anna Dressed in Blood
Seri Bilgisi: Anna #1
Goodreads Puanı: 4.01
Türkçe Yayın: Martı Yayınları
Çevirmen: Gülfem Çırak
Tür: Genç-Yetişkin, Fantastik, Korku



Yorum

Blogumun bugünkü misafiri Anna Kan Giyinmiş Kız oldu. Küçük bir KİLER maceramda almıştım. Güzel yorumları da görünce hadi bakalım senin sıran dedim. :D
Kan Giyinmiş Kız bence iyi yazılmış bir hayalet hikayesi, bu tarz kitapları seviyorum ama keşke karakterleri bu kadar teen olmasalar :D
Kitabın konusu Anna ancak anlatan erkek karakterimiz olan Cas.
Cas sıradan bir genç değil. Atalarından gelen bir bıçağa sahip ve bu bıçakla hayaletleri öldürüyor. Anna ise oldukça vahşi ve kanlı bir hayalet. Tahmin edildiği üzere iki zıt kutup var, haliyle avcı Cas, avlanan Anna olacak. Yaptığı işte oldukça iyi olan Cas, iş Anna'ya gelince çelişkiler yaşamaya başlar. Araştırdıkça Anna'nın göründüğü gibi bir hayalet olmadığını aslında çok ama çok trajik bir ölüme kurban gittiği öğrenir ve ona yardım etmeye çalışır. Artık bundan sonra herşey güllük gülistanlık sanıyorsanız, yanılırsınız, sonrasında çok daha büyük bir melanetle karşılaşırlar. 
Merak ediyorsanız okuyun derim :D :D :D
Şahsen ben kitabı elime akşam alma gafletinde bulundum ve bitene kadar bırakmadım. Dolayısıyla gecenin bir vakti, hayaletler, parçalanan cesetler biraz voodoo derken (bu arada hep mi korku, gerilim dediğinizi duyar gibiyim, biraz romantizm de var elbet) biraz irkilmedim desem (belki birazdan azıcık fazla :D ) yalan olur.
 Kitabın Martı'dan çıkmasına sevindim, eminim ikinci kitabını çok beklemeyiz. Anlatımı oldukça akıcı ve yazım hataları yoktu, ya da o kadar daldım ki hiç farketmedim. Kapak olarak aslına yakın yapılmış, güzel ancak orijinal olmasını tercih ederdim. Yine de hoşuma giden bir kitap oldu. 


Değerlendirmem,

4- Ortalamanın oldukça üstündeydi, keyif aldım



***


Düşünceler zamanla bulanıklaşıp kaybolur
ama gözler hiçbir şeyi unutmaz

Cas Lowood, ihbarlar üzerine hayaletlerin peşine düşerek onları yok eden bir hayalet avcısıdır. Yeni görevi ise, evine adım atan herkesi acımasızca öldüren hayalet Anna Korlovu yakalamak ve ondan kurtulmaktır.
Fakat Cas bu kez daha önce hiç rastlamadığı türden bir hayaletle karşı karşıyadır. Annanın içindeki, insanları öldürme isteğinin nedenini öğrendiğinde onun hayatına ve ölümüne dair sırlarla örülü gerçekleri de su yüzüne çıkarır.


Yirmi beşten fazla dile çevrilen ve birçok ödül alan Kan Giyinmiş Kız sizleri doğaüstü fantastik kurgunun romantik öğelerle harmanlandığı sıra dışı bir hikâyeyle tanıştırıyor.


24 Nisan 2014 Perşembe

21 Nisan 2014 Pazartesi

Gonca Çiftçioğulları - Gece Gelen Ölüm [YORUM]


Uğur Tuna Yayınları


Yorumum

Bugün itibariyle Gonca Çiftçioğulları'nın yazmış olduğu Gece Gelen Ölüm kitabını bitirdim.
Uzun zamandır merak ettiğim bir kitaptı, polisiye gerilim türü, üstelik yerli ve kadın bir yazar. Kesinlikle koltuklarım kabardı diyebilirim. 
Kitaba gelince, polisiye gerilim olduğunu belirtmiştim. Aynı zamanda romantizm ve yer yer komedi unsurlarını da taşıyor. Tabii ağırlık gerilim :D :D
Konusuna gelince; İstanbul'da faili belirsiz genç kadın cinayetleri işlenmektedir ve polisin elinde hiç bir kanıt bulunmamaktadır. Komiser Mehmet ve yardımcısı Selda davaya ilişkin diğer adli birimlerden yardım alarak suçluyu yakalamak için var güçlerini ortaya koymaktadır. Öte yandan psikiyatri servisinde yatan bir hasta garip sanrılar görmektedir. Doktorunun bu sanrıların işlenen cinayetlerle bir şekilde bağlantılı olduğunu farketmesiyle olaylar daha da ilginçleşir.
Oldukça sürükleyici bir kitap, dolu dolu karakterleriyle, gayet güzel dokunmuş olay örgüsüyle, şaşırtıcı sonuyla benim çok hoşuma gitti. Olayların gidişatını öyle ya da böyle tahmin etseniz de katil konusunda kesinlikle şaşıracağınıza eminim ve son bölüme kadar katili tahmin edemiyorsunuz. Kitabın başında iki farklı olay gayet güzel bir şekilde birbirine bağlanıyor ve akışa devam ediyor. Bir bütün olarak soluksuz bir şekilde ara vermeden okudum. Polisiye gerilim seviyorsanız, kitaba mutlaka bir şans vermenizi öneririm. 

Değerlendirmem

4- Ortalamanın oldukça üstündeydi, keyif aldım


Alıntılar

Ebru, titreyerek ve terden sırılsıklam olmuş bir halde çığlıklar atarak yatağından doğruldu. Sesi hastanenin taş duvarlarında yankılanmış, nöbetçi hemşire telaşlı bir şekilde koşarak odasına girmişti. Titreyen kadını omuzlarından tutarak rahatlatmaya çalışıyordu. Fakat kriz geçiren ve kendini kaybetmiş haldeki genç kadın durmadan “ O kız öldü! Öldü!” diye bağırmaya devam ediyordu.

***
Mehmet’i düşündüren en önemli şey ise, cinayetler arasında ki sürenin oldukça kısa olmasıydı. Eğer gerçekten bütün bunlar düşündükleri gibi seri cinayetse, yakında yeni bir kurban daha ortaya çıkabilirdi ki, bunu düşünmek ve aklına getirmek dahi istemiyordu.

***
Genelde seri katiller, çocukluklarında bastırılmış ağır bir travmanın tetiklenmesi sonucunda harekete geçerler. Cinayetler de mutlaka bu travmanın etkisini gösterir. Burada genç bayanlar hedef alındığına göre, katilimiz ya annesiyle ya da kız kardeşiyle travmaya yol açabilecek ciddi bir problem yaşamış demektir. Bu yüzden katile o dürtüsünü hatırlatan ve harekete geçmesine vesile olan bir tetik aramamız lazım. Bu genç kızlarda, o tetik nedir önce onu bulmamız gerek.


Arka Kapak
Emine, omzundan tuttuğu gibi kendisini küvete batırmaya çalışan katile çaresizce karşı koymaya, direnmeye çalışıyordu. Elinden geldiğince onu ittiriyor, tekmeliyordu. Ama küvetin içinde olması hareketlerini ve kendini savunmasını da kısıtlıyordu. Var gücüyle karşı koymasına rağmen, katilin gücü karşısında direnci yavaş yavaş kırılmaya başlamıştı. Küvetin içine zorla batırılmasına ve o kuvvetli ellerinin baskısına rağmen, suyun içindeki başını zorlukla da olsa dışarı çıkarıp nefes almaya çalışıyordu. Omuzlarındaki baskı o kadar kuvvetliydi ki, artık başını çıkarmaya yetecek gücü kalmadığından, su yavaş yavaş ciğerlerine dolmaya başlamıştı. Her çırpınışı daha çok batmasına ve su yutmasına neden oluyordu. Ciğerlerine hızla dolan ve kendisine büyük acı veren suyun yarattığı baskıya daha fazla direnemedi. Kendisini saran ve üzerine çöken karanlığın kollarına çaresizce kayıp gitti.

19 Nisan 2014 Cumartesi

RKBT 21.TUR || FUNDA MENTALOĞLU - S*KTİRGİTLİ AŞKLAR || YORUM - ÇEKİLİŞ



Yorum


Yeni bir kitap turunda yine sizlerleyim. Bu seferki kitabımız Olimpos Yayınlarından S*ktirgitli Aşklar...
Öncelikle şunu söylemek istiyorum kitabın kapağına bayıldım.  Şeker pembesi cıvıl cıvıl ve oldukça pozitif. Görsel konusunda tercihlerinden dolayı yazarı/yayınevini tebrik etmek lazım.
Kitaba gelince, Funda bohem hayat tarzını benimsemiş bir ressam ve çok da normal olduğu söylenemez (kime göre mi? tabii ki bana göre :D )
Kitap için nasıl desem, Funda'nın ilişki-pedia'sı gibi birşey. Aşk ve cinsellik hayatında oldukça büyük bir yere sahip. Dolayısıyla portföyü dolu ve kendince bir uzmanlığa sahip :) Akla hayale gelen ya da gelmeyen her duruma uygun bir hikayesi var. Funda'nın erkekleri de bir garip, zaten Funda'nın kendisi de bir garip. Öyle bir mıknatıs var ki kadında, nerede sorunlu hepsini kendine çekmiş dersiniz. Bir de bunları anlatış tarzı var ki, bir çok okuyucuyu çileden çıkarabilir. İşin tuhaf tarafı bir yandan çileden çıkarırken bir yandan da güldürüyor. (hiç sormayın o kadar düşündüm ama bir türlü işin içinden çıkamadım, niye böyle diye.)
Evet bir çok yerde güldürüyor ama genel olarak Funda ile hayata farklı pencerelerden bakıyoruz. Bu nedenle sanırım karakter olarak kendisini ve cinselliğe bakış tarzını sevemedim. (benim için durum böyle.. One night ve götürme tarzı yaklaşımları erkeklere atfediyorum, böyle kadınlar yok mudur elbette vardır ama dedim ya sevmiyorum ) 
Neyse parantezi kapatıp devam ediyorum, kitabın anlatımı akıcı olsa da dili çok argoydu. Daha düz bir dil kullanılsa bu kadar dikkat çeker mi, ya da bu kadar akıcı olur muydu ondan da emin değilim.
Anlayacağınız S*ktirgitli Aşklar bende çelişkiler yaratan bir kitap oldu. Belki de kendi değer yargılarım ağır bastı. Bu yüzden öncelikle ön okumasına bir bakmanızı, (ön okuma için tık tık) beğenirseniz okumanızı tavsiye ederim.


Çekiliş için
a Rafflecopter giveaway





tur takvimi







15 Nisan 2014 Salı

Hoşgeldinizzzz :) :)




Merhabalar,
Renkli Kalemler BlogTur ailesi olarak büyümeye karar verdik ve birbirinden sevimli çok güzel blogları olan iki arkadaşımız bize katıldı.
 Hoşgeldiniz sevgili Yamak'dan ve Masum İnciler...
Yeni çalışmalarda hep birlikte eğlenmeye devam :D :D 


http://masumkedi87.blogspot.com.tr/

http://yamakdan.blogspot.com/

+

http://kitapperestdunyam.blogspot.com.tr/
http://colorful-book.blogspot.com.tr/
http://kitaparasikahvemolasi.blogspot.com.tr/
http://kitapkiz.blogspot.com.tr/




11 Nisan 2014 Cuma

Benim Çılgın D&R Alışverişimmm



Bildiğiniz üzere bu aralar kitap satış sitelerinde oldukça güzel indirimler var. Ki bu aralar alışveriş konusunda kendimi tutmaya çalışırken (Tüyap ve CNR dışında almadım desem yeridir) kayıtsız kalamadım ve  D&R'ın 9.90 tl kampanyasından 26 kitaplık seçimimi 19'a düşürdüm. Yalnız hala elediklerimde aklım.
Neler mi almışım, buyrun bakalım :D :D

En fazla adedi EPSİLON'dan almışım


sıralamayı KORİDOR takip ediyor 


Ve ARUNAS'lar...


Gelsin ARTEMİS'ler...


ve NEMESİS'ler...


ve bir başlarına CAN Yayınları & DEX kitap










RKBT 20.TUR || Anne Dayton - May Vanderbilt - Hiç Ayrılmayalım || YORUM



Orjinal Adı:  Breaking Up Is Hard to Do
Seri Bilgisi: Miracle Girls #2
Goodreads Puanı: 3.91
Türkçe Yayın: Epsilon Yayınları
Çevirmen: Arzu Gürtuna

Yorumum

RKBT olarak Epsilon’un gençlik serisinden Mucize Kızlar’ın devamı olan Hiç Ayrılmayalım turunun son yorumunda sizlerleyim...

Yaş olarak ergenlere hitap ediyormuş görünse de dostluk, fedakarlık ve aile ilişkileri gibi konuları içerdiğinden yetişkinlerin de tatlı bir tebessümle okuyabilecekleri bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Son zamanlarda okuduklarım ya historical romance ya da fantastik türdeydi. Hele ki fantastikte ağırlığı 16-18 yaş arası ergenlerin oluşturduğunu ve dünyayı kurtarmak gibi ağır bir misyona sahip olduklarını düşünürsek, Mucize Kızlar’ın kesinlikle son derece normal ergenler olduğunu ve nispeten sıradan sorunlarla boğuştuklarını söyleyebilirim. 

Bu beni rahatsız mı etti, kesinlikle hayır.

Hatta o zamanları ne kadar özlediğimi farkettim. Belki Christine Lee gibi bir kayıp yaşamadım ama aynen onun gibi yalnızlık çektiğim zamanlar, aileme isyan ettiğim, herşeyin bana karşı olduğunu düşündüğüm ya da çok sevdiğim arkadaşlarımla dünyalar değerinde olduğunu düşündüğüm ve hiç bir şeye değişmeyeceğim anlarım oldu. Yeri geldi aileden daha önce geldiler. Kah güldük kah ağladık. O güzel günlerin tadı başkaydı. Bir çoğunuz için de sanırım durum böyledir. İşte yazarlarımız hayatımızda büyük izler bırakan bir dönemimizin nabzını tutmuşlar. Ayrıca daha önce yorumunda Kitap İklimi de belirtmiş, bende katılıyorum, harika bir uyumla yazmışlar, kesinlikle iki ayrı yazar olduğunu hissetmedim. 

İlk kitapta Ana'nın hikayesi ve mucize kızların ortaya çıkmasını anlatmışlar. Hiç ayrılmayalım da ise Christine Lee'nin hikayesi var. Annesini trafik kazasında kaybetmiş ve 2 yıl olmasına rağmen atlatamamış. Babası yeni bir aşka yelken açmış, eve üvey anne ve kardeş gelmek üzere, ayrıca okul da başlamış. Christine'in üzerindeki yükler onu öfkelendiriyor, üzüyor. Tek dayanağı Mucize Kızlar, ancak onlar da kendi aralarında sorunlar yaşıyorlar. Acaba bu sorunların üstesinden gelebilecekler mi? Christine annesinin ölümünü atlatabilecek mi? bu soruların cevabı için öncelikle ilk kitap olan Mucize Kızlar'ı sonrasında Hiç Ayrılmayacağız'ı okumanızı mutlaka tavsiye ederim. 

Değerlendirmem

4- Ortalamanın oldukça üstündeydi, keyif aldım


***

Christine Leenin o korkunç araba kazasında annesini kaybetmesinin üzerinden iki yıl geçti. Babası şimdi eski bir güzellik kraliçesi olan Candace ile nişanlı ve Christine bundan hiç de hoşnut değil. Üstelik davranışları okul hayatını da etkilemeye başladığı için rehberlik seanslarına katılmak zorunda.

Mucize Kızlar ise aralarındaki sorunlar yüzünden dağılmanın eşiğine gelmiş durumdalar. O güzel yaz günleri geride kaldı artık. Peki şimdi ne olacak?

Christinein öfkesi ve lisenin stresi Mucize Kızların birbirlerine en çok ihtiyaç duydukları zamanda dağılmalarına mı neden olacak? Yoksa hepsi elele verip Christinee annesinin ölüm acısını atlatması ve babasının yeni evliliğini kabullenmesi için yardım mı edecekler?

Zor bir yıl bekliyor Mucize Kızları. 

Zor ve uzun bir yıl.

"Arkadaşlık ve inanç gibi önemli temaları olan güçlü hayat dersleri anlatılmış."
-Romantic Times-
(Tanıtım Bülteninden)


10 Nisan 2014 Perşembe

RKBT 20.TUR || Anne Dayton - May Vanderbilt - Hiç Ayrılmayalım || MUCİZE KIZLAR (İLK KİTAP)TANITIM - ÖN OKUMA



Tanıtım

Half Moon Bayin Mucize Kızları ile tanışın

Sıradan görünebilirler...
Ama her biri hayattaki ikinci şansını yaşıyor.
Ne yazık ki lisede hayatta kalmak için tek şansları var!

Ana Dominguez, San Josede mutlu bir hayat sürerken her şey babasının kendi avukatlık bürosunu açması için Half Moon Bay, Californiaya taşınmaları ile değişti. Ailesi Ananın yeni okuluna alışmaya çalıştığını düşünürken çok yanılıyorlardı. Okulun en popüler kızı Riley, Anayı bir numaralı düşmanı ilan etmişti ve Ananın âşık olduğu çocuk, Tylerın, Ananın hayatta olup olmadığından bile haberi yoktu.
Ana, Riley ve diğer iki sınıf arkadaşıyla -Christine ve Zoe- birlikte ceza aldığında kızlar hayal edebileceklerinden çok daha fazla ortak noktaları olduğunu fark ettiler. Artık Ana, Zoe, Riley ve Christine ile arkadaş olmaya kararlılardı. Ama lise hayatının zorlukları daha yeni başlıyordu.


Ön Okuma
kaynak: birazoku.com

1
Bay Mackey, Matematik 2 dersinde habersiz sınav yapacağını söylediğinde şaşırmadım bile. Tam da böyle bir gün geçiriyordum. Hayır, bunu unutun. Aslında tam olarak hayatım böyle geçiyordu.
San Jose’de mutluydum. Orası gerçek bir şehirdi ve orada arkadaşlarım vardı. Bu yaz, babamın kendi hukuk bürosunu açması için Half Moon Bay’e taşındık ve ilk izlenimim şu oldu: Burası saçma, saçma, saçma bir yer. Buradaki insanlar, biri yanlarına gelip, “Merhaba, ben doğru dürüst bir insanım,” dese bile onu tanımazlar. İnanın bana, bunu yapmayı gerçekten düşündüm.
Burada üç haftadır okula gitmeme rağmen, bugünün şimdiye kadar geçirdiğim en kötü gün olacağını iliklerime kadar hissediyorum. Yani, güne nasıl başladığıma bir bakın. Bu sabah, Maria’nın anneme lupus olduğunu ve o yüzden bu kadar sık hastalandığını söylediğini duydum. Duymamam gerekiyordu ama yeni, havalı, devasa, kumdan kalemizin duvarları o kadar inceydi ki sadece dayanmakla bile yıkılabilirdi. Ama annem ve babam, Okyanus Kolonisi’nde bir McMansion alarak bunu hak etmişlerdi. (Adı gerçekten buydu, kapılarda bu yazıyı her gördüğümde gülüyordum.) Lupus nedir bilmiyordum ama oldukça ölümcül olduğundan emindim.
Maria, anne ve babam için sadece evdeki yardımcı olabilirdi ama benim için, deli olmayan, hayatını, evi sürekli yeniden dekore etmekle geçirmeyen, burada neler çektiğimi anlayabilen ikinci bir anne gibiydi.
Sonra, babam beni arabayla okula bıraktığında çorabımın kaçmış olduğunu fark ettim, Beden Eğitimi için çıkarıp sonra tekrar giydiğimde delik daha da büyüdü. (Spor salonunda toplaşıp, kıpırdamadan durarak voleybolun kurallarını öğrenmek için üstümüzü değiştirme zahmetine girmemiz son derece anlamsızdı oysa.) Daha sonra, öğle arasında yapılacak olan Key Club toplantımın, danışmanımız Bayan Galvin hasta olduğu için iptal edildiğini öğrendim. Bu demek oluyor ki dün, bütün gecemi faaliyet projeleri için teklif hazırlayarak boşa harcamıştım. Bunun yerine polinomları iyice anlamak için biraz daha fazla çalışabilirdim. Tabii ki bunu yapamadım ve doğal olarak bugünkü testin konusu da polinomlar oldu.
Bay Mackey ilk problemi tahtaya yazmaya başladı ve ben de kâğıdıma dikkatlice geçirdim. Kalemlerin şiddetli karalama sesleri, saatin yumuşak tiktaklarını bastırıyordu.
Babamın meslektaşları birinci sınıfa gitmeme rağmen Matematik 2 almamın etkileyici olduğunu düşünüyorlardı. Ben de öyle. San Jose’deyken matematik dersinde sınıfın geri kalanından hep bir yıl öndeydim. Hatta geçen yıl, yani sekizinci sınıfta geometri öğrenebilmem için özel bir eğitmenim vardı. Ama görünüşe bakılırsa Half Moon Bay’de geçen yıl geometri dersi almış bir sürü kişi vardı. İleri matematikte olmak beni özel biri yaptığı zamanlar çok daha eğlenceliydi. Şimdi ise sadece çok fazla çalışmak anlamına geliyor.
Matematik benim için her zaman zor olmuştur. Bir gecede, gözlerim güçsüz düşene dek bir romanı okuyup, olay sırasını kolayca hatırlayabilirim, ama sayıları sevdiğim halde, onlar beni pek sevmiyorlar.
Galiba buna alışmam gerekiyordu. Göz ucuyla Tyler’a baktım fakat o çoktan kâğıdının üzerine eğilmişti ve kıvırcık sarı saçları alnına düşüyordu. Tyler ikinci sınıftandı ve Three Car Garage grubunun solistiydi. Benim yaşadığımdan bile haberi yoktu.
İç çektim, çözmeye başlamak için eğildiğimde arkamda bir hışırtı duydum. Omzumun üstünden hızlı bir bakış attım ve Riley McGee’nin çantasına bir şey sokuşturduğunu gördüm. Onu izlediğimi görünce bana kocaman, sahte bir gülücük atıp çantadan uçlu kalemini çıkardı. Pek de inandırıcı değildi. Kafamı sallayarak testime geri döndüm. Gerçekten yapmıyordur değil mi… yoksa?
Tamam, Ana. Konsantre ol. Sadece X’i bulmaya çalışıyorsun. Problemlere bakıp ilk adımı bulmaya çalıştım. Karmaşık olan şey, X’in her zaman farklı bir değer almasıdır. Değişimi sevmiyorum. Her şeyin olması gerektiği zaman ve şekilde gerçekleşmesini seviyorum.
Kâğıdımın üzerine çekinerek bir şeyler karaladım sonra arkamda ufak bir patırtı duydum. Kolumun altından gizlice dikizlediğimde Riley’nin kalemini yere düşürdüğünü gördüm. Kalemi yerden aldı ve çantasına soktu. İçinden eline bir şey alıp kaşlarını çatarak ona baktı, sonra çantasının en dibine geri tıktı ve hızlıca doğrulup yazmaya başladı.
Gerçekten yapıyordu. Hah. Ben de geçen sınavdan nasıl böyle iyi bir sonuç aldığını merak ediyordum. Tahmin etmeliydim.
Riley McGee bir amigoydu ve birinci sınıfların en popüler kızıydı. Buraya geldiğimden beri geçen kısa zaman içinde iki ayrı futbolcuyla çıktığı konuşuluyordu. Bu neredeyse haftada bir son sınıf eder. Matematik 2 dersinde bulmayı bekleyeceğiniz türden bir birinci sınıf olmadığı kesindi. Neyse ki, onu geçebilirdim çünkü bir beynim vardı. Matematik bana çok kolay gelmeyebilirdi ama iyi notlar almak için çok sıkı çalışıyordum ve şimdiye kadar oldukça iyi gidiyordum. Bu çöplüğe dört kısa yıl içinde veda etmek niyetindeydim.
Riley tekrar çantasına dikkatle baktı ve bulduğu şeye sırıttı. Kopya çekmenin nesi komikti ki?
Ne yapmalıydım? Tam olarak kopya çektiği görmemiştim ama elbette yaptığı buydu. Ne yapmam gerektiğini bilmek için hızlıca dua ettim ve kâğıdıma geri döndüm. Herkesin içinde onu suçlamak pek de hoş olmazdı. Ders bittikten sonra birkaç dakika etrafta takılıp, Bay Mackey’ye sessizce bundan bahsedecektim. Bu biraz üzücü yani pazar günü onu kilisede görmüştüm. Bir amigo olsa da biraz daha dürüst olmasını beklerdim.
“Son beş dakika, benim küçük matletlerim,” dedi Bay Mackey, Büyük İmkânsız İleri Sudoku kitabının üzerinden bakarak. Yaşlı Mackey, uzun boylu olduğu kadar şişmandı ve şimdiye kadar gördüğüm en kalın kaşlara sahipti. Çok tuhaf biriydi ama sanırım onu seviyordum.
Kâğıdıma geri döndüm. X sıfır olabilir miydi? Bir şey anlamsız geldiğinde genellikle böyle oluyordu. Evrenin, hiçbir şey ifade etmeyen (gerçek anlamda), bu küçük kısa çizgiye – benzediği ve bunu etrafındaki her şeyi de anlamsızlaştırdığıyla ilgili şaka gibi. Kendi hayatımla benzerlik kurmanın cazibesine kapılmaya karşı koyup daha kolay olmasını ümit ederek ikinci probleme geçtim.
“Üç dakika,” dedi Mackey kitabının arkasından. Geri kalan sürede, yapabildiğim her şeyi kâğıda hızlıca karaladım. Çok harika. Bay Mackey bunu telafi etmek için ekstra bir fırsat vermezse bu sınav ortalamamı ciddi olarak aşağı çekecekti. A almak zorundaydım. Buna mecburdum.
Tam bu sırada tekrar o sesi duydum. Riley çantasında bir şeye bakıyor ve ona gerçekten gülümsüyordu. Arkamı döndüm ve gözlerimi ona diktim. Hızlıca bir şeyler yazdı sonra bana baktı, gözlerini devirdi ve kâğıdına geri döndü. Tamam, buraya kadar. Gençlik grubunda olsun olmasın, bu yaptığı yanına kalmamalıydı. Bu doğru değildi. İsa doğru bildiklerini savunurdu. Elimi kaldırdım.
“Ana, bir sorun mu var?” Bay Mackey bana döndü.
“Bay Mackey” -Derin bir nefes aldım ve yavaşa elimi indirdim- “Birinin kopya çektiğini gördüm.” Riley’yle yüzleşmek için arkamı döndüm, yüzümden erdemli bir kızgınlık akıyordu. Arkamda biri öksürdü, ama ses daha çok gizli bir şey söyler gibiydi.
“Kopya çekmedim!” diye cırladı Riley, mavi gözlerini iyice açarak. Benden yalnızca birkaç santim uzundu ama bu onu korkutucu yapmaya yetiyordu.
“Gerçekten mi?” diye sordu Bay Mackey ve kaşlarını çatarak Riley’ye baktı. “Bu ciddi bir suçlama, Ana.”
“Biliyorum, efendim,” dedim sakin olmaya çalışarak. Etrafa baktım ve herkesin bana baktığını fark ettim. Yüzümün parlak kırmızı bir renk aldığını hissetim. Bu okuldan nefret ediyordum. “Fakat onu gördüm. Cevapları çantasında saklıyor.” Kelimeler ağzımdan çıktığı anda, bu konuyu çözmenin en iyi yolunun bu olmayabileceğini anlamıştım. Belki de İsa böyle yapmazdı. Bazen karar vermek oldukça zor bir iş oluyordu.
Biri tekrar öksürdü ve sanırım bu kez ne söylediğini duydum: “Tanrı Kız.” Kimden bahsediyorlardı?
Riley gözlerimi oyacakmış gibi bana bakıyordu. Arkama yaslandım, bunu gerçekten yapmaya kalkabilirdi.
“Çantamda hiçbir şey yok!” dedi ellerini beline koyarak ve uzun sarı saçlarını omzunun üzerinden attı.
Evet, şimdi tam bir salak durumuna düşmüştüm. Bay Mackey’ye haklı olduğumu ispat etmeliydim yoksa her zaman Riley’yi suçlayan kız olarak kalacaktım. Eminim bu arkadaş bulmam konusunda çok yardımcı olurdu. Çikolata kahve rengindeki çantasına uzandım. Ne cüret ama.
“Çantamdan uzak dur.” diye bağırdı, çantayı aldı ve kucaklayarak ayağa kalktı.
“Bay Mackey, çantasına bakabilirsem, bunu kanıtlayabilirim.” dedim hızlıca. Bay Mackey bize doğru yaklaştı.
“Hanımlar, bu kadar yeter.” Aramızda durdu. “Riley, yerine otur.” Ona baktı ve Riley isteksizce yerine geçti. “Bu taşkınlık için, öğleden sonra ikiniz de okulda kalma cezası alacaksınız.”
“Ama-” Riley konuşmaya başlayacakken, Bay Mackey elini kaldırdı ve devam etti.
“Ana, dersten sonra seni görmek istiyorum.”
“Sadece beni mi?” Ona ne olacaktı?! Riley’ye ters ters baktım, gözlerini devirdi. Bay Mackey başıyla onayladı. Göz ucuyla Tyler’ın sırıttığını gördüm.
“Şimdi, kâğıtlarınızı ön tarafa yollayın ve kitabınızın yetmiş üçüncü sayfasını açın,” dedi ve arkasını dönerek konunun kapandığını bildirdi. Gözyaşlarımı bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Kopya çeken oydu!
Bay Mackey polinomların çarpanlarına ayrılması konusuna devam ederken dikkatimi ona vermeye çalıştım fakat başaramadım. Okulda kalma cezası. Daha önce asla böyle bir şey başıma gelmemişti. Bu sicilimize işleniyor mudur? Bahse girerim Princeton ceza alanları kabul etmiyordur.
Eski okulumda asla böyle bir şey olmazdı. Öğretmenler beni severdi ve hedeflerim olduğunu bilirlerdi. Buradaki öğretmenler San Quentin’e gideceğimi düşünüyor olmalılar. Bir aydan kısa bir süredir buradaydım ve şimdiden aforoz edilmiştim.
Sonunda zil çaldı, herkes kitaplarını çantalarına attı ve büfeden bir şeyler alıp, çimenlerde ya da okulu çevreleyen beton basamaklarda oturmak için çıktılar. Burada kantin yoktu ama kampus içinde arkadaş gruplarının toplanıp yemek yiyebileceği birçok yer vardı. Biri tekrar ‘Tanrı Kız’ diyerek öksürdü, nereden geldiğini duyamadım ama kime söylendiğini gayet iyi biliyordum. Yeni okulumda bir lakabım olmuştu. Ne harika. Görünmez olmayı gerçekten özleyecektim.
Riley yanımdan geçerken tek kelime dahi etmedi. Öylece oturup, önümdeki tahta görünümlü sıraya baktım. Üzerine bir mesaj kazınmıştı: ‘Geber, solucan.’
Camdan dışarı baktım, insanlar toplaşıyordu. Belki de Mackey’nin dersten sonra beni tutması iyi olmuştu. Birçok kez yalnız yemek umurunda değilmiş gibi davranmaktan bıkmıştım ve Key Club toplantısı iptal edildiği için yapacak işim de yoktu. Rehber öğretmenler kulüplere katılmanın üniversite başvurularında şık duracağını söylemişlerdi, söylemedikleri ise bunun sana öğle arasında gidecek bir yer sağlamasıydı.
Sesler yavaş yavaş kaybolmaya başladı ve dolap kapaklarının çarpma sesleri kesildi. Bay Mackey önümdeki boş sıraya doğru yürüdü, oturup bana baktı.
“Ana?” Gözlerini kıstı ve endişeli olduğunu sandığım gözlerle bana baktı. “Bu sınıfta iyi iş çıkarıyorsun.” Başımı salladım ve sıraya bakmaya devam ettim. Geber, solucan… “Birinci sınıftaki birine göre son derece iyisin.” Yutkundum. Nereye varmaya çalışıyordu? “Ama Riley” -boğazını temizleyip etrafa baktı, birazdan söyleyeceklerini kimsenin duymasını istemiyor gibiydi- “Riley bu sınıfın en başarılı öğrencisi.” Ağzım açık kaldı. Riley, sınıfın en iyisi mi?! “Bugüne kadar tek bir soru bile kaçırmadı.”
Sineklerin dikkatini çekmekten korkarak, çenemi kapadım. “Ama bakın,” dedim kızgınca doğrularak. “Kopya çekiyor olmalı. Başka nasıl…”
“Riley-” Öksürdüğünde ciğerlerindeki balgam hırıltısını duydum. “Riley, matematikte çok iyi. Her zaman öyleydi. Öğretmenler yıllardır matematik takımına girmesi için peşindeler ama o girmedi. Korkarım bugün sınavda kopya çekmiyordu.”
“Ama çantasındaki bir şeye bakıyordu.” Biraz histerik konuşmaya başladığımın farkındaydım, fakat bu konuda yanılıyor olamazdım. Beni nasıl alt edebilirdi?
“Telefonunu kullanıyordu.” Öksürdü. “Şey için… nasıl diyorlar? Mesajlaşmak? Riley, mesajlaşıyordu.”
“Ama…” Ama nasıl? Bay Mackey odanın diğer ucundan bunu nasıl görebilmişti? Ayrıca okulda cep telefonu kullanmak yasaktı. Onu gördüyse neden engel olmamıştı? Bu nasıl doğru olabilirdi?
“Bu yüzden bugün ikiniz de okuldan sonra cezalısınız,” dedi ben bir şey söyleyemeden. “Sınav sorularını dersten biraz önce hazırlamıştım, yani cevapların çantasında olmasına imkân yok.”
Boğazım düğümlendi.
“Biliyorum, bugün doğru olanı yapmaya çalışıyordun, Ana,” dedi başını sallayarak. “Sınıf düzenini bozduğun için ceza alıyorsun ve sonra bunu unutuyoruz, tamam mı?”
Kalın kaşlarına baktım ve başımı salladım, ağlamamak için dilimi ısırıyordum.
“Sıkı çalışmaya devam et,” dedi. Ellerime bakarken başımla onayladım. Bekliyordu fakat ben kıpırdamadım. “Şimdi gidebilirsin,” dedi tekrar ve öksürdü, sanki ilk seferde anlamamışım gibi. Gözlerimde biriken yaşları görmemesi için yere bakarak yavaşça ayağa kalktım. Kitabımı ve defterimi dikkatlice çantama yerleştirdim. Kapıya doğru yürümemi izledi, sonra dışarı, temiz havaya çıktım.

9 Nisan 2014 Çarşamba

RKBT 20.TUR || Anne Dayton - May Vanderbilt - Hiç Ayrılmayalım || ÖN OKUMA - ÇEKİLİŞ


Bir Renkli Kalemler Blog Tur'a daha hoş geldiniz :)
Turumuzun misafiri Epsilon Yayınları'dan çıkan Mucize Kızlar serisinin 2. kitabı 
Hiç Ayrılmayalım...
Ve Ön okumasıyla sizlerle :D :D











ve Çekiliş
a Rafflecopter giveaway








Tur Takvimi

9 Nisan Çarşamba:

 Önokuma (Kitapperest Dünya’m),
Yorum (Kitap İklimi),
Yazar Hayatı (Kitap Arası Kahve Molası)

10 Nisan Perşembe:

Alıntılar (Kitap İklimi),
Serinin İlk Kitabı (Kitapperest Dünya’m),
Yorum (Kitap Arası Kahve Molası)

11 Nisan Cuma:

Yurtdışı Yorumlar (Kitap Arası Kahve Molası),
Yorum (Kitapperest Dünya’m),
Serinin Diğer Kitapları (Kitap İklimi)







3 Nisan 2014 Perşembe

Julianne MacLean - Aşk Gelince [YORUM]



Orjinal Adı:  My Own Private Hero
Seri Bilgisi: American Heiresses #3
Goodreads Puanı: 3.86 
Türkçe Yayın: Ephesus Yayınları
Çevirmen: Gökçe Çiçek




Yorumum

Bir süredir tarihi romans türünde kitap okumak nasip olmadı. O nedenle okumak istediğim ama bir türlü vakit bulamadığım Julianne MacLean'ın - Aşk Gelince kitabına bu hafta başladım ve az önce bitti. Önceki kitaplarını da oldukça uzun zaman önce okumuştum, bir ara yeniden gözden geçirip onlara da ayrıca yorum yazmayı düşünüyorum.

Yazar bir döneme damgasını vuran Amerikalı zengin varislerin İngilizlerle ünvan amaçlı yaptıkları evlilikleri baz aldığı serisinde Wilson kardeşlerin hikayelerini anlatıyor. İlk kitap olan Beni Aşka İnandır'da büyük kardeş Sophia, Aşkın Kollarında'da ortanca olan Clara ve Aşk Gelince'de küçük kardeş Adele'in hikayeleri yer alıyor. Serinin devam kitapları da var ancak onlar henüz yayınlanmadı.

Evet...Aşk Gelince'nin konusu biraz özet geçersem,

 Adele kardeşlerin en küçüğü ancak en aklı başında, ailesinin parmakla gösterdiği mükemmel kız. Kız kardeşleri gibi, gözüpek, maceracı, arzu ve isteklerinin peşinden giden değil. Ailesinin onayladığı bir evliliği kendine yeterli gören biri.
 Ama içinde bir şeylerin eksikliği yaşıyor. Ailesi fakirlikten bir anda zenginliğe geçerken Adele kendini arada sıkışmış hissediyor ve onca varlığa rağmen kendisini o dünyaya ait hissetmiyor. Bu nedenle bir yandan ailesini mutlu edeceğini, bir yandan İngiltere'de mütevazi bir hayata sahip olacağını düşünüyor. Ünvan sahibi Lord Osulton (Harold)'dan gelen evlilik teklifini bu nedenle kabul ediyor. Ancak gemide fidye için kaçırılıyor.
Burda devreye Harold'un kuzeni olan Damien devreye giriyor. 
Bu tarz romanlardaki karakterlerden hiçbir eksiği yok Damien'in. Çapkın, hovarda, yakışıklı, cesur ve parasız :D :D :D
Damien Adele'i kuzeni istediği için kurtarmaya gider ve tata-ta-tam, Adele'e deyim yerindeyse vurulur ancak Damien için ne kadar hovarda desekte özünde onurlu bir adam. Kuzeninin nişanlısına yan bakmamak için o kadar çabalıyor ki. Adele'de istediği hayatın tam zıttını yaşayan bir adama çekilmekten çok rahatsız.
Adele ve Damien, Harold'u üzmemek adına, (yalnız şunu demem lazım, Harold kesinlikle odunun teki, okuyunca anlarsınız)onurlu davranmak adına kendilerini hep geri çekiyor.
Konusu kısaca böyle...
Okuduğum tarihi romanslar arasında en iyisi değildi belki ama yine de güzeldi. Karakterlerini sevdim. Özellikle Adele çıtkırıldım kızlardan değil, her ne kadar kafası karışık gibi görünse de aslında oldukça güçlü karakter.
Damien de öyle çok aşırı burnu kafdağında tiplerden değil.
Konu olarak bilindik olmasına rağmen sıkmayan, anlatımı sade ve rahat okunabilirliğe sahip, güzel bir kitaptı bence.
Umarım Ephesus Yayınları serinin 4. kitabı için bizi çok bekletmez.


 Değerlendirmem

3,5 - Nerdeyse ortalamanın oldukça üstündeydi, keyif aldım


Şu aşk denen şey,
gerçekten bunca zahmete değer mi?

Adele Wilson için bu sorunun cevabı gayet açıktı: Elbette hayır! Kız kardeşlerinin, hayallerini süsleyen kocaları bulmak için sürüsüyle skandal ve gönül yarasına katlandıklarına şahit olmuştu. Londra civarındaki onca balo da cabası. Kendisine talip olan ilk İngiliz lordunu kabul etmesinin nedeni buydu işte. Ayrıca, onunla neden evlenmeyecekti ki? Müstakbel eşi nazik biriydi, dürüsttü ve kesinlikle gereğinden fazla duygusal değildi. Ondan daha delişmen, daha uzun boylu, daha gizemli olan kuzeninin, yani Alcester Baronu Damien Renshawun tam aksiydi.


Damien, kuzeninin nişanlısını baştan çıkarmaya çalışacak türden bir adam olsaydı, Adelein onu görmezden gelmesi çok daha kolay olurdu. Ancak Damien apaçık bir şekilde Adelee karşı koymaya çalışıyor ve aniden gelişen bu usturuplu davranışları, son derece edepli bir mizacı olan genç kızı daha da kışkırtıyordu. Aslına bakılırsa Damien, Adelein atak, neşeli ve ateşli bir yanını ortaya çıkarıyor gibiydi.


Görünüşe göre kader, Adelee tam da o aşk denen şeyin ne demek olduğunu öğretmek üzere ağlarını örmeye başlamıştı


* * *


Damien, Hiç yanlış olduğunu bildiğin bir şey yaptın mı? diye sordu.
Adele bu soruyu dikkatlice düşündü. Pek sayılmaz. Hatalarım olmuştur, elbette. Herkesin olur.
Hiç yanlış bir şey yapmak istedin mi?
Adelein aklına, hatıralarındaki kırmızı baton şekerin görüntüsü üşüştü. Dokuz ya da on yaşlarındayken, Wisconsindeki dükkânlardan birinde bu şekerlerden görmüştü, fakat o zamanlar hiç parası yoktu.
Çocukken bir şey çalmak istemiştim, dedi. Bir baton şeker.
Ama çalmadın. 
Adele başını iki yana salladı. Hayır, çalmadım.